Lefkoşa Escort

PLATİN ÜYELER

VIP ÜYELER

GOLD ÜYELER


Lefkoşa Escort

Lefkoşa'nın dar sokaklarında gezerken, tarih kokan taş duvarların arasında kaybolan bir hikaye vardı. Bu hikaye, çok eski değil, belki de sadece birkaç yıl öncesine aitti. İki farklı dünyadan gelen insanın yollarını kesen kaderin, çok az kişiye nasip olacak bir aşkı onlara bahşetmesiyle başlamıştı.

Lefkoşa Escort Defne, Kıbrıs Üniversitesi’nde tarih okuyan bir öğrenciydi. Osmanlı ve Venedik dönemine dair derin bir ilgisi vardı. Babası Lefkoşalıydı ama kendisi İstanbul’da doğmuştu. Lefkoşa’ya ilk kez üniversite için geldiğinde, bu topraklar ona hem yabancı hem de bir o kadar tanıdık gelmişti.

Bir gün, ara sokaklardan birinde yer alan eski bir kitabevine girdi. Raflar arasında kaybolurken, eline aldığı eski bir kitap düşünceye dalmasına neden oldu. O anda yanına yaklaşan biri, "O kitap tarih severler için hazine gibidir," dedi. Escort Lefkoşa Defne başını kaldırdı ve kahverengi gözleriyle karşısındaki adamı süzdü. Uzun boylu, ışıldayan ela gözleri ve hafif sakallı yüzüyle etkileyici biriydi. Adı Demir’di.

Demir, Kıbrıslı bir restoratördü. Eski binaları restore ediyor, tarihi yapıları hayata döndürmek için çalışıyordu. Kitaplara olan ilgisi ve tarih sevgisi onu kitabevlerine sıkça getiriyordu. O gün, Defne’nin elinde tuttuğu kitaba duyduğu ilgi, ikisi arasında bir köprü kurmuştu.

Zamanla, Defne ve Demir Lefkoşa’nın sokaklarını birlikte gezmeye başladı. Suriçi’nde kahveler içiyor, Girne Kapısı’nda saatlerce tarihten bahsediyorlardı. Demir, Defne’ye eski yapıların hikayelerini anlatıyor, Defne ise Osmanlı belgelerinden bulduğu ilginç bilgileri paylaşıyordu. Aralarındaki bağ, ortak tutkuları ve birlikte geçirdikleri zaman sayesinde gitgide güçleniyordu.

Bir akşam, Büyük Han’ın avlusunda otururken Demir bir an durdu ve Defne’ye baktı. "Seninle ilk tanıştığımda, hayatıma böyle dokunacağını bilmiyordum," dedi. Defne gülümseyerek, "Tarih bazen de geleceğimizi yazmamıza yardımcı olur," diye karşılık verdi.

Ancak hayat her zaman güllük gülistanlık olmazdı. Defne’nin ailesi onu İstanbul’a geri çağırıyordu. Mezuniyet yaklaşmıştı ve onun için yeni bir hayat başlıyordu. Demir ise Lefkoşa’dan ayrılamazdı; burası onun eviydi, ruhuydu.

Son akşamlarından birinde, Selimiye Camii’nin avlusunda buluştular. Yürekleri buruktu ama birbirlerine duydukları sevgi, her şeyin önündeydi. Demir, Defne’nin ellerini tuttu ve "Eğer gitmek zorundaysan, gideceksin. Ama bil ki, bu şehir seni hep bekleyecek. Ben de…" dedi. Defne’nin gözlerinden yaşlar süzülürken, Demir’in elini sıktı ve sadece şunu fısıldadı: "Belki bir gün, tarih bizi yine bir araya getirecek."

Ve Lefkoşa, bir aşkın daha sessiz tanığı oldu. Ama belki de bu, sadece bir başlangıcın hikayesiydi...